Çocukluğum İstanbul’da Pendik’in sahil kenarının en yüksek noktası olan ve bu yüzden ‘Pendik Burnu’ olarak tabir edilen yerde geçti. Üst tabakadan ailelerin oturduğu ‘Pendik Burnu’, Pendik’teki hayat standartı gereğince ‘aristokrat’ denilebilecek bir yaşam felsefesine daha yakın sayılırdı. Apartmanlar sağlam ve konforlu, genelde L salona sahipti ve her yerden denizi görmek mümkündü. Sağlam kayaların üzerinde inşa edilen bir hayat. Hala o yılları özlüyorum.
Bizim oturduğumuz ‘Hızal Apartmanı’nda oturanlar aristokrat olmasa da çoğunlukla iki çocuklu, ailelerin çocuklarından ileriye yönelik saplantıya varan hedefleri olan (en azından bizim aile öyleydi) insanlardı. On daireli apartmandaki ailelerin çocukları okula gidecek, üniversite okuyacak(İlkokuldayken üniversitenin ne demek olduğunu bilmiyordum) ve sonuçta önemli insanlar olacaklardı. En azından ailelerin düşüncelerinin böyle olduğunu hissederdim.
1982 yılında Pendik Burnu’nun denize inen yamacında bulunan Pendik Merkez İlkokulu’nda okula başladım. İlkokul yıllarım çok güzeldi. Kantincilik yaptım, bando takımında trampet çaldım, sevimli bir çocuktum. Pendik İlkokulu’na Pendik Burnu’nun aristokrat havası hakimdi, okulun hemen altında denizin hemen yanında ‘Avcılar Kulübü’ vardı, nedense ben orayı hep ‘Yat Kulüp’ olarak adlandırırdım, bunun nedeni de anne ve babamın orayı bu isimle telaffuz etmesiydi herhalde. Yat Kulüp belirli aidat ödenerek girilen bir çaypark olduğu için her önüne geleni buraya almazlardı, o yüzden de Pendik’te ailece gidilebilecek bir yerdi. Annem ve babam Yat Kulüp’te otururken ben ve ağabeyim Tarık da ya balık tutardık ya da özgürce vakit geçirirdik, örneğin tekne kiralayıp denizde kürek çekerdik. Arada bir annemle babama bakardım, iki ya da üç masanın birleştirilmiş olduğunu görürdüm, babam tatlı bir asabilikle etrafa bir şeyler anlatıyor, kalabalık masada gülüşmeler, kahkahalar birbirine karışıyordu. Ne kadar da güzeldi.
Evet, ne kadar da güzeldi. Çocukken insan beyninde ekonomiye, siyasete, kadınlara yer olmuyor çünkü, sadece oyun oynamak, yaramazlık yapmak, eğlenmek, gülmek insan beynini işgal ediyor. Belki de çocukluk yılları herkese bu yüzden bu kadar toz pembe gözükür, kuşkusuz benim çocukluğumun da bu kadar güzel geçmesinde olaylara çocuksu beynimle yaklaşmamın etkisi fazladır. Ancak Pendik Burnu da gerçekten güzel bir yerdi, bir çocuk için çocukluğunu yaşayabileceği ender yerlerden birisiydi.
1980’li yılların başlangıcında Pendik nüfusunun çoğu Pendikliler’den oluşmaktaydı. Göçün tam anlamıyla hissedilmediği bu dönemlerde Pendik, özellikle kamusal alanda ailece gezilebilecek bir ilçeydi. Peki ne oldu da şimdiki Pendik bana bu kadar soğuk ve yaşanmaz geliyor. Sadece göçün etkisiyle ‘mantıksız bir kalabalık’ mı Pendik’i bu kadar sevimsiz yapan. Tabii ki değil… Biraz da kendimde arıyorum bu hayal kırıklığının nedenlerini ve şöyle bir tabloyla karşılaşıyorum. Pendik ne kadar eski ‘Pendik’ değilse, ben de eski ‘ben’ değilim. Yani çocukluğumdaki her şeyi oyundan ibaret zanneden bir bireyden bugün beklentileri çok büyük bir yetişkine dönüşü vermiştim, haberim olmadan.
Evet, aynı İstanbul gibi Pendik de değişmişti, ben üniversitede okurken, Pendik sahili aşırı bir ölçüde ‘deniz doldurularak’ sahil yolu geçirilmişti. Üniversiteyi bitirip, çocukluğumun geçtiği mekanlara yaptığım bir yolculuk esnasında (bu yolculukları farkında olmadan artık daha sık yapar hale gelmiştim), gözlerim denizi aramıştı, ama göremiyordum. Deniz o kadar doldurulmuştu ki, denizi görmek adeta imkansızdı Yat Kulüp’ten. Bir zamanlar balık tutup, ‘Çamlıca gazozu’ içtiğim Yat Kulüp de yoktu gerçi artık. Yıllar önce sahillerde tekne kiralayan, denize giren, kotrasına binmek için hızlı adımlarla yürüyen, Yat Kulüp’te ‘Çamlıca gazozu’ içen insanlar gitmiş, yerlerine başka insanlar gelmişti.
Ünlü yazar Gustave Le Bon, ‘Kitleler Psikolojisi’ adlı kitabında artık zamanımıza ‘Kalabalıkların Gücü?nün hakim olduğuna değinir. Bakınız Le Bon kitleleri nasıl tarif ediyor: “Kalabalık, yığın anlamındaki kitle kelimesi, basit ve sıradan anlamıyla, ırkları, meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya toplayan tesadüf her ne olursa olsun, rastgele bir bireyler topluluğunu ifade eder.”
Gustave Le Bon’un ‘rastgele bireyler topluluğu’ olarak tarif ettiği kitlelere ben de ‘mantıksız kalabalık’ diyorum. “Eski inançlarımızın sarsıldığı ve kaybolduğu, toplumumuzun eski direkleri birer birer yıkıldığı halde, kalabalıkların baskısı ve nüfuzu, hiçbir şeyin baskısı altında olmayan, hükmü daima büyüyen bir güç haline gelmiştir. Bu bakımdan içine girmekte olduğumuz çağ, gerçekten kelimenin tam anlamıyla ‘Kitleler Çağı’ olacaktır? diyor Gustave Le Bon.
Gerçekten de öyle olmuştu İstanbul’da ve Pendik’te. Geçen yıllar Gustave Le Bon’u bu sefer İstanbul’da haklı çıkarmıştı. Artık Pendik sahilinde içtiğim ‘Çamlıca gazozu’ bile eski tadından uzaktı sanki. Pendik İlkokulu’nda aynı sıraları paylaştığım çocuklar büyümüş, eski Pendik’in yaşlıları öbür dünyaya göçmüş, deniz doldurulmuş, eskiden gülen yüzler asılmış, ‘deniz’ ve ‘sayfiye’ kültürü yerle bir olmuştu.
Şimdi gelinen noktada işin içinden çıkamıyoruz, yeni köprüler mi yapalım, yeni otoyollar mı inşa edelim?
Gelelim Pendik mevzuna. Şu anda Tuzla’da oturmaktayız. Çocukluğumun Pendik’ine oldukça yakın bir yerde yani. Denizi izliyorum çoğu zaman, denizin eşsiz maviliğine dalıyorum bazen… Aklım ister istemez Pendik’e kayıyor. ‘Keşke ilkokula yeniden başlayabilsem’ diyorum zaman zaman. Pendik’in o eski güzelliklerini yeniden yaşayabilsem keşke?
Dedim ya denizi izliyorum.
Yine eski yıllardaki gibi Pendik Burnu’nda oturabilmeyi umut ediyorum.
Çocukluk yıllarımdaki gibi mutlu olabilmeyi?
Çamlıca Gazozu’ndaki eski tadı da belki o zaman bulabileceğim?
Kim bilir…
Umut ediyorum?
KAYNAK: ‘Kitleler Psikolojisi’ hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi, Hayat Yayınları, İstanbul, 1997
Sinan SAYGI – İŞİN DETAYI